YENİ BASKIYA ÖNSÖZ
‘İşlevsizleşen Yasaklar, Düşünce Yasakları, Dolandırıcılık Yasakları’ kitabının ilk baskısı, Kasım 1994’de Yurt Kitap-Yayın tarafından yapılmıştır. İlk baskıdan 24 yıl sonra yayımlanan bu kitap İBV’deki ilk baskı olmaktadır.
1924, 1961, 1982 Anayasalarında ifade özgürlüğü ile ilgili hükümler vardır. Bu anayasalarda, ‘herkes düşüncesini özgürce ifade edebilir’ dedikten sonra, ‘ama, fakat’ diyerek düşünce açıklamalarına kısıtlamalar getirilmiştir.
Çeşitli cezai ve idari tedbirlere rağmen, bunların kararlı ve sistematik bir şekilde yaşama geçirilmesine rağmen, olguların, olgusal ilişkilerin özgürce açıklanması düşün yasaklarını hükümsüz bırakmaktadır.
Anayasada yer alan düşün-ifade özgürlüğü, ne zaman gerçek anlamda düşün- ifade özgürlüğü olur? ‘Herkes düşüncesini özgürce ifade edebilir’ dedikten sonra, ‘Ama, fakat…’ diyerek sınırlamalar yapılmıyorsa, gerçek anlamda düşün-ifade özgürlüğü var, denebilir. Türk siyasal hayatının gelişimi dikkate alındığında, bunun kısa vadede, hatta orta vadede gerçekleşmesi olası görünmüyor. Bu sınırlamalar, bazan düşün-ifade özgürlüğüne kısıtlamalar getirmekte, bazan da düşün-ifade özgürlüğünü tamamen ortadan kaldırmaktadır.
***
Bunun yanında, dolandırıcılık, hırsızlık, rüşvet gibi yüz kızartıcı suçlar için de, ceza yasalarında cezai ve idari yaptırımlar söz konusudur. Ama, toplumsal, ekonomik hayatta bu hükümlerin de işlevini yitirdiği izlenmektedir. Bu suçlar o kadar çok işlenmektedir ki, bu suçlara ilişkin yasaklar önleyici değerlerini, hükümlerini kaybetmiştir.
İşlevsizleşen Yasaklar, Düşünce Yasakları, Dolandırıcılık Yasakları, bu iki yasak arasındaki ilişkileri değerlendirmektedir.
Bu kitabı yayıma hazırlayan M. Xalid Sadini arkadaşımıza, yazımda, yayımda emeği geçen bütün arkadaşlara teşekkür…
İsmail Beşikci
Kasım 2022
ÖNSÖZ YERİNE
DÜŞÜNCE YASAKLARININ İŞLEVİ
Bu kitapta, “İnsani-Moral-Değerler” ve “Kürt Şovenizmi” davalarıyla ilgili bazı mahkeme belgeleri yer almıştır. Kitaba, yargı organlarının, “Düşünce suçları”yla, dolandırıcılık, hırsızlık gibi yüz kızartıcı bazı suçlara yaklaşımlarına ilişkin birkaç belge de konulmuştur. Düşünce açıklamalarına ve yüz kızartıcı suçlara ilişkin suç ve ceza normlarını birbirleriyle karşılaştırmak, toplumsal ve siyasal gelişmeyle ceza hukuku ilişkisini incelemek bakımından önemlidir.
Düşünceyi yasaklamanın, bazı düşüncelerin açıklanmasına kısıtlamalar getirmenin, siyasal sistem içinde, devletin temel nitelikleri ve temel hedefleri bakımından çok önemli bir işlevi vardır. Devletler, eğer, gizleyecekleri, iç ve dış kamuoyunun bilmesini, bilinç sahibi olmasını istemedikleri ayıpları, suçları varsa, o konularda, anayasaya ve ceza yasalarını ilgili düşüncelerin açıklanmasını engelleyici hükümler koyuyorlar. Toplumsal ve siyasal dönüşümlerin hızlandığı, alt-üst olma durumunun gerçekleştiği dönemlerde yasakların kapsamını daha da genişletiyorlar. Yasakları daha ağır cezaî müeyyidelere bağlıyorlar. Bu, ancak, devlet terörünün tırmandırılmasıyla gerçekleşen bir süreç oluyor.
Bazı devletler, ayıplarını ve suçlarını yok etmek yerine, bunlarla yaşamayı vazgeçilmez, bir prensip haline getiriyorlar. Artık, onları gizlemek, gizlenemediği zaman da süreci saptırmak, çarpıtmak önemli bir amaç haline geliyor. Bu nedenlerle, düşüncelere düşüncelerle karşılık verilemiyor. Onları boğmak, etkisiz kılmak önemli bir yurt ve ulus görevi kabul ediliyor. Ayıpları ve suçları korumak ve sürdürmekte ısrarlı olanlar için temel konu, bunlardan hiç söz edilmemesi, edilmesi gerekiyorsa, resmi ideoloji çerçevesinde kalınması oluyor.
Örneğin, işkence bir devlet politikasıysa, bunları gizlemek, inkâr etmek de önemli bir görev haline geliyor. Bunlar, kuşkusuz “ben de demokrasiyim” diyen, Batılılar tarafından demokratik bir rejime sahip olduğuna inanılmasını isteyen, kendisinin de, demokratik bir devlet olduğunun kabul edilmesini isteyen devletler için söz konusu oluyor. Bu, Doğulu özelliklerini aynen korumak, fakat, Batılı olmanın prestijinden de yararlanmak endişesinden kaynaklanıyor. Demokrasi kabul edilmeyen, kendilerinin de böyle bir çabası olmayan devletler için, örneğin bazı Ortadoğu Devletleri için, işkence gibi bazı uygulamaların gizlenmesi zaten önemli bir çaba oluşturmuyor. Bunların, Batılı insan hakları kurumları tarafından izlenmesi ve gözlenmesi de söz konusu olmuyor.
Buradaki “ayıp” sözcüğü, aslında, fiili olarak yaşanan süreci, en hafif bir şekilde tanımlayan bir sözcüktür. “Suç” sözcüğü de öyle… Esasında, sürecin, bazen çok daha ağır bir şekilde, bu tür sözcüklerle ifade edilemeyecek kadar ağır bir şekilde gerçekleştiği biliniyor.
Batılı devletlerde, düşünce açıklamalarına çok kapsamlı, çok yoğun kısıntılar getirilmemesi, düşüncelerin çok ağır cezaî yaptırımlarla karşılaşmaması, başta, bu konularla ilgilidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, bazı düşüncelerin yasaklanmasına, bazı düşüncelerin yasaklı kalmasına ihtiyacı çok büyüktür. Bunların nedenleri, yukarıda sözü edilen her iki davaya ilişkin, yani, “İnsani- Moral Değerler” ve “Kürt Şovenizmi” davalarına ilişkin duruşma belgelerinde etraflı bir şekilde dile getirilmiştir.
Türk egemenlik sisteminde düşünce yasaklamalarının çok önemli, vazgeçilmez bir işlevi vardır.
* * *
Düşünceyi engelleyen yasaklar başta Türk Ceza Yasası olmak üzere, çeşitli yasalarda, çeşitli maddelerde yer almıştır.
Düşünce açıklamalarını engelleyen yasaların başında TCK 141-142 geliyordu. TCK 141-142. Maddeleri, 1930’lu yılların ortalarından itibaren uygulanmaya başlandı. 1940’lı, 1950’li, 1960’lı, 1970’li yıllarda, zaman zaman etkin bir şekilde uygulandı. TCK 142/3 ve 141/4 en çok Kürtler için uygulanıyordu. 142/3 “propaganda”, 141/4 “örgütlenme” fiilleri için geçerliydi. 142/3 maddesi 1-3 yıl hapis cezasını içeriyordu. Kürt sorununa ilişkin açıklamalara, kitaplara karşı, “milli duyguları yok etmek” tanımlaması adı altında bu madde uygulanıyordu. Davalar, normal zamanlarda asliye ceza mahkemelerinde ve bazen toplu asliye ceza mahkemelerinde görülüyordu. Bu maddelere aykırı düşüncelere ilişkin davalara, sıkıyönetim zamanlarında da, sıkıyönetim mahkemelerinde bakılıyordu. Örneğin 12 Mart rejiminde, “Doğu Duruşmaları” sırasında bu maddeler çok kullanıldı.
12 Eylül rejiminde, fiiller ve suç tanımları kısmında hiçbir değişiklik yapılmadan, TCK 142/3 maddesinde belirtilen ceza miktarı artırıldı. 5 yıldan 10 yıla kadar ceza öngörüldü. Davalar, artık, ağır ceza mahkemelerinde görülmeye başlandı. Böylece, Kürt sorununa ilişkin düşünce açıklamaları daha ağır cezaî yaptırımlara bağlandı.
12 Nisan 1991 tarihinde, 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası’yla 141-142. maddeler yürürlükten kaldırıldı. Fakat bu madde, yani, 142/3, daha da ağırlaştırılarak, suç olan fiillerin tanımı genişletilerek, aynı yasanın 8/1 maddesiyle yeniden düzenlendi. Örneğin, ağır hapis cezaları yanında, milyonlarca liralık ağır para cezaları getirildi. Bu, Kürt sorunuyla ilgili düşünce açıklamalarına karşı oluşturulan cezaî yaptırımların daha da ağırlaştırıldığını göstermektedir.
Bugünlerde, Terörle Mücadele Yasası’nın bazı maddelerinde, bu arada, 8/1 maddesinde yapılması düşünülen değişikliklerle, suç sayılan düşünce açıklamalarının kapsamının daha da genişletildiği, cezanın ağırlaştırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Halbuki, toplumda, çok yoğun toplumsal, siyasal dönüşüm gerçekleşmekte, siyasal beklentiler artmaktadır. İnsanlar, kendi konumlarının ve mensubu oldukları Kürtlerin konumunun bilincine varmaktadır. Böylece, çeşitli yasakları sorgulayıcı bir süreç başlamaktadır. Buysa, araştırmacılara büyük bir güç ve moral vermektedir. Merak edilen sorular çoğalmaktadır, bilimsel çalışmalar gerek nitelik olarak gerek nicelik olarak artmaktadır. Cezaî yaptırımların durmadan artmasına rağmen incelemelerin çoğalmasının, daha değerli araştırmalar yapılmasının esas nedeni de budur.
* * *
Bilimsel faaliyetin, bilim yönteminin merakla başladığı bilinmektedir. Hiçbir maddi çıkar amacı gütmeyen çalışmaların daha değerli olduğu, insanlığın bilgi hazinesini genişlettiği de bir gerçektir. Merak, aslında bilimsel bir sorundur. Bilimsel sorunlar çeşitli şekillerde doğarlar. Birbirleriyle hiç ilişkisi yokmuş gibi duran olaylar arasında bağ kurma, bu olayları etki-tepki ilişkileri içinde birleştirme çabası bilimsel bir sorun oluşturur. Örneğin, yakılan-yıkılan köylerle İstanbul’un su sorunu arasında bir ilişki kurulması, bilimsel bir sorunun oluşmaya başlaması demektir. Yakılan-yıkılan köylerle, bir yılda İstanbul’a gelen turist miktarı arasında bağ kurulması, bu olgusal süreçlerin birbirleriyle bütünleştirilmesi yine bilimsel bir problem oluşturur.
Bilimsel sorunun doğuş yollarından biri de, genellikle yerleşik olan görüşlere, beklentilere ya da değer yargılarına aykırı olayların meydana gelmesidir. Örneğin, durmadan yükselen enflasyonu, arka arkaya gelen zamları, tepkisiz bir şekilde sessizce karşılamış, hayat pahalılığına, zorluklara katlanmış bir halkın, daha sonra açıklanan zamlar karşısında, tepkisini göstermesi, gösteriler, mitingler düzenlemesi, muhalefetini sürekli kılması, tavır ve davranışlarındaki bu değişme bilimsel bir problemin doğuşu olarak değerlendirilebilir.
Bazı olayları ve olgusal ilişkileri, daha derinlemesine açıklama kaygısı da bilimsel bir problemin, sorunun doğmasını sağlayabilir. Bu süreçte, zaten açıklanmış olan ilişkiler, yeni belgelerle, yeni olgularla, yeni değerlendirmelerle daha da kuvvetlendirilir, bilgiye derinlik kazandırılır.
Bilimsel problemin aslında yeni bir varsayım olduğu, bu yönetim temelindeyse gözlemin ve deneyin bulunduğu besbellidir. Herhangi bir bilgiyi bilimsel kılan temel ölçüt, elde edilen önermelerin veya varsayımların sınanabilir, doğrulanabilir, yanlışlanabilir ve çürütülebilir olmasıdır. Bu kuramın veya varsayımın bu özelliklere sahip olabilmesi için ampirik bir içeriğe sahip olması gerekir. Kuramın veya varsayımın ampirik içeriği ne kadar fazlaysa, dünya, tarih ve toplum hakkında o kadar çok şey söyler. Kuramın veya varsayımın ampirik içeriği ne kadar fazlaysa, onu doğrulama, yanlışlama, sınama, çürütme potansiyeline sahip önermeler kümesi, o kadar zengin, doğrulama, yanlışlama, çürütme veya sınama derecesi o kadar yüksek olur.
Bilim, evren, dünya, tarih, toplum ve insan hakkında, gözleme ve deney yoluyla elde edilen bilgilerin, varsayımların yeni benzer tekniklere dayanılarak, sınanması, doğrulanmasıdır veya yanlışlanmasıdır şeklinde tanımlamak mümkündür. Bilim yönteminin özü ise eleştirel düşüncedir. Bilim yönteminin her safhasında, bilimsel düşüncenin özünde eleştirel düşünce, eleştirel tavır ve davranış yatar.
Toplumsal alt-üst oluş dönemlerinde toplumsal sorunlar, meraklar, dolayısıyla bilimsel problemler de çoğalmaktadır. Buna rağmen, donmuş, kaskatı olmuş resmi ideoloji aynen korunmaktadır, ayıpları ve suçları gizleme endişesi daha da büyümektedir. Devletin, bu süreçte, ayıplarını ve suçlarını gizlemek için daha çok çaba harcaması, daha çok ağır ayıplara ve suçlara bulunmasına neden oluyor. Ve bu süreç, zincirleme bir şekilde, artarak, sürüp gidiyor. Böylece, devletin antidemokratik niteliği gittikçe daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor.
Ceza tehdidine, gittikçe artan, ağırlaşan cezaî yaptırımlara rağmen Kürt toplumuyla ilgili araştırmaların, incelemelerin yapılması sürüp gitmektedir. Burada, düşünce özgürlüğü konusuyla ilgili olarak şu husus üzerinde de durmak gerekiyor: Düşünceyi açıklama özgürlüğü, devletten istenecek bir özgürlük kategorisi değildir. Düşünce özgürlüğünün sağlanması, yasakların kaldırılması, kişinin, kişilerin, kurumların bizzat kendi çabalarıyla gerçekleştirecekleri bir süreçtir. Devletin ve hükümetin bu konudaki yasakları, suç ve ceza normları, yaptırımları ne olursa olsun, insanlar, doğru bildikleri şeyleri, düşüncelerini, özgür bir şekilde açıklayabilmelidirler. Bu özgür düşüncelere karşı devletin de yaptırımları gündeme gelebilir. İnsanlar o yaptırımları da aşmaya, onları etkisiz kılmaya, karşılaştıkları güçlüklere katlanmaya çalışmak durumundadırlar. Düşünce özgürlüğünü genişletmenin, yasakları etkisiz kılmanın en etkili, en kalıcı, en sağlıklı yolu budur. Yasakları işlevsiz hale getiren süreç budur. Yasaklar bu süreç içinde etkisini yitiriyor.
Devletin, yasakların gereğini yerine getirmesi, basın mensuplarını, yazarları, muhalif siyasetçileri sık sık cezaevine koyması, yasakların, işlevini tamamen kaybetmediği şeklinde yorumlanabilir. Fakat, artık, kamuoyu, düşünce yasaklarının işlevinin bilincine varmıştır. Devletin ve hükümetin, düşünce yasaklarını işlev sahibi kılabilmek için, cezaî yaptırımları sık sık uygulaması, kendisini zorlayan, çirkinleştiren bir süreç olmaktadır. Bu, gittikçe, devleti boğucu etkiler yaratan bir süreç olmaktadır. Her türlü iç politikasını ve dış politikasını, bazı temel toplumsal yapıların ve ilişkilerin imhasına ve inkârına endekslenmiş bir hükümet, politik ve diplomatik esnekliğini kaybetmekte, ilişkilerde büzülmeyi ve çarpılmayı yaşamaktadır. Politik ve diplomatik ilişkilerdeki bu çarpılma ve büzülme ekonominin dengelerini de bozmakta, kaynakların verimli bir şekilde kullanılmasına engel olmaktadır, ekonomik kaynaklar heba olup gitmektedir.
* * *
Düşünce açıklamalarının engellenmesinin, kısıtlanmasının, suç sayılmasının organik olarak bağlı olduğu başka bir konu daha vardır. Düşüncenin yasaklandığı, suçlandığı bir yerde, rüşvet, yolsuzluk, dolandırıcılık gibi yüz kızartıcı suçlar yaygınlaşır, sıradan bir tavır ve davranış haline gelir. Yolsuzluğu, dolandırıcılığı, rüşveti önleyen yasaklar da bu süreç içinde etkinliğini kaybeder.
Düşüncenin suçlandığı, yargılandığı, düşünce açıklamalarının baskı altında tutulduğu bir yerde, rüşvet, yolsuzluk, dolandırıcılık, hırsızlık, emniyeti suistimal… vs. gibi yüz kızartıcı suçların arttığı, bu tür suçlarla ilgili davaların, artık yargı organlarına intikal etmediği görülmektedir. Bu, mahkemelerin İnanılır ve güvenilir olmalarıyla ilgili bir sorundur. Düşünceyi yargılayan, kendisi gibi düşünmeyenleri, durmadan ağır hapis ve ağır para cezalarının tehdidi altında tutan bir kurum İnanılır ve güvenilir değildir.
Öte yandan, düşünce yasaklarını coşkulu bir şekilde savunan bazı siyasetçilerin, bazı kimselerin, rüşvet, yolsuzluk, dolandırıcılık gibi konularda önemli ilerlemeler kaydettikleri, önemli çıkarlar ve avantajlar sağladıkları görülmektedir. Bu iki süreç arasında organik bir bağ vardır. Düşünceler üzerindeki baskısını yoğunlaştıran bir yöntemin, yolsuzluk, dolandırıcılık, rüşvet gibi alanlardaki yasaklarını etkili kılması olası değildir…
* * *
“İŞLEVSİZ YASAKLAR, Düşünce Yasakları, Dolandırıcılık Yasakları” kitabındaki belgelerin düzenlenmesinde ve dizilmesinde Yurt Kitap-Yayın’ın çok büyük emeği geçti. Sevgiyle anıyorum.
İsmail Beşikçi
Ankara, Kasım 1994
Merkez Kapalı Cezaevi
İÇİNDEKİLER
YENİ BASKIYA ÖNSÖZ 7
ÖNSÖZ YERİNE 9
DÜŞÜNCE YASAKLARININ İŞLEVİ 9
İNSANİ-MORAL DEĞERLER
I. İDDİANAME (1) 17
II. HUKUKUN TEMEL İŞLEVİ 21
III. DEVLETİN SINIRSIZ ÖZGÜRLÜĞÜ 22
IV. İHD BÜLTENİ VE EVRENSEL STANDATLAR 73
V. GEREKÇELİ KARAR (1) 75
VI. DÜŞÜNCE YARGILAMALARI VE BAŞBAKAN
ÇİLLER’İN MAL VARLIĞI 84
“BAŞBAKAN ÇİLLER’İN MAL VARLIĞI” 89
POLİTİK BİR KURUM: ANAYASA MAHKEMESİ 126
DEĞERLERDEKİ AŞINMA 133
SONUÇ 136
“KÜRT ŞOVENİZMİ”
I. İDDİANAME (2) 137
II. DÜŞÜNCELERİMİ VE DUYGULARIMI AYNEN
TEKRARLIYORUM 139
III. GEREKÇELİ KARAR (2) 140
IV. ZAMANA YAYILMIŞ SOYKIRIM-PARA,
KREDİ, “TEŞVİK” VE TÜRK BASINI 145
I. DGM’NİN WELAT DAVASI’NDAKİ ŞOVEN KARARI 145
Kürtçe Yazmak Ceza Nedeni 146
Günbat: Anadilim Doğal Hakkımdır 146
Savunma Hakkı Engellendi 146
II. KÜRTLERE IRKÇI VE SÖMÜRGECİ OPERASYONLAR ALT-SÖMÜRGE’DE ZAMANA YAYILMIŞ SOYKIRIM 152
III. ALT-SÖMÜRGE’DE GERÇEKLEŞTİRİLEN
OPERASYONLAR TÜRK BASININDA
NEDEN YER ALMIYOR? 172
IV.BAŞBAKAN HAKKINDA YÜZ KIZARTICI
SUÇ İDDİALARI 181
SONUÇ 189
MAHKEMELERİN “DÜŞÜNCE SUÇLARI”YLA YÜZKIZARTICI SUÇLARA YAKLAŞIMLARINA İLİŞKİN BİRKAÇ BELGE
I. “DÜŞÜNCE SUÇU” VE DOLANDIRICILIK SUÇLARI KARŞISINDA TÜRK ADALETİ 195
II. 9 ŞUBAT 1994 TARİHLİ PARA CEZASI ÖDEME EMRİ (1) 198
III. MEŞRU OLMAYAN PARA CEZASI (1) 199
IV. 7 HAZİRAN 1994 TARİHLİ PARA CEZASI ÖDEME EMRİ (2) 200
V. MEŞRU OLMAYAN PARA CEZASI (2) 201
VI. 1 EYLÜL 1994 TARİHLİ PARA CEZASI ÖDEME EMRİ (3) 203
VII. MEŞRU OLMAYAN PARA CEZASI (3) 204
VIII. TAKİPSİZLİK KARARI 206
GAZETELERDEN 208
DİZİN 212