Düşün, hukuk ve siyaset her biri farklı kategorilere hitap eder. Ancak bu üç alan birbiri ile ilişkili ve biri ile ilgili olan kişi ya da kişiler, diğer iki alanı da gözetmek durumundadır.
İsmail Beşikci, 1960’lı yıllardan beri akademik alanda, Kürd/Kürdistan sorununu araştırmaya koyulduğunda, şimşekleri üzerine çekti. Zira resmi ideolojinin; “herkes Türk, herkes Müslüman” algısını kritik etti, sorguladı.
İsmail Beşikci’nin düşünceleri, Türk akademisi tarafından kritik edilme yerine, kendisi akademik alandan alındı, zindana atıldı. İsmail Beşikci, zorunlu olarak, kendisini hukuk mücadelesinde buldu. Ancak Türkiye’de hukuksuz bir adalet ile karşılaştıkça daha çok düşüncelerini yargılandığı mahkemelerde savundu!
Sistemin sömürgeci, soykırımcı, faşist askeri bürokratik niteliği ya da İsmail Beşikci’nin deyimi ile “Türk resmi ideolojisi”, ona şiddet uyguladı ve zindanlarda çürütmeye girişti. Ancak İsmail Beşikci’nin, düşüncelerini akademik alanda sunma fırsatı elinden alınınca, örnek bir aydın, bilim ve düşün insanı olarak mahkemeleri tartışma platformuna çevirdi. Bu bedeli, zindanda geçen yaşamı ve bedeniyle ağır ödedi. Ancak değil Türkiye ve Kürdistan’da, dünyada Jan Poul Sartre, Frances Fanon gibi bir aydın portresi olarak ortaya çıktı. İsmail Beşikci’nin değindi olgu Kürd/Kürdistan ve diğer jenoside uğrayan halkların varlığına dair idi. Kürdistan’ın koşulları, Cezayir’den kat be kat ağır idi. Türkiye, Fransa’dan daha zor koşulları, aydın ve bilim insanlarına yaşatıyordu. İsmail Beşikci, bu koşullarda, aydın ve bilim insanı olarak kendini gerçekleştirmeye, düşüncelerini kamuoyu ile paylaşmaya çalışıyordu.
Zira İsmail Beşikci, bir Türk ve bilim insanı olarak; Türk devleti ve bu devletin Türkiye insanına aks ettirdiği algı ve duruşu değil, Kürt, Ermeni, Asurî vb. jenoside uğrayan, varlığı inkar edilen, aidiyetinden dolayı zulüm gören halkların vicdanı, sesi, beleği, algısı ve yaşayışı ile empati kurdu, düşüncenin gücünü sosyolojik analizleri ile ortaya koydu.
Bunu gerçekleştirirken, hukuksuz bir yargılama, infaz ve çürütme ile karşı karşıya bırakıldı. Ancak İsmail Beşikci, bu durum karşısında ceza alıp almama kaygısı ile değil, bilimi ve bilim yöntemi ile olguları doğru analiz etmek titizliğini önemsedi, bu kaygı ile hareket etti.
Bu kitaptaki “İddianame”ler, “Gerekçeli Karar”lar ve “Polis Sorguları”na karşı, yaptığı savunmalarında İsmail Beşikci’nin net duruşunu görürüz.
“Hukuksuz adalet, adalet değildir!” söyleminin yaşanmışlığı bu kitapta yeniden usumuza, algımıza vuruyor. Yaşananların, yapılanların, sorulanların ve savunulanların değerini olduğu gibi görmek, bilmek ve tarihsel değerini tartışmak önemlidir.