Yazılar
  • Paylaş:

05.03.2023

Kendi Kendini Yönetme Hakkı

Kendi Kendini Yönetme Hakkı

Kendi kendini yönetme hakkı, kişinin bizzat kendisini yönetmesi şeklinde anlaşılabileceği gibi bir toplumun, bir ulusun kendisini yönetmesi veya toplumun, ulusun , başkaları tarafından yönetilmesi şeklinde  de anlaşılabilir.
Şu anlatımlara bakalım: 
                                                                Bir
“Çalışkanlığıyla tanınan Asur halkı, kazma-kürek gücüyle yamaçları teraslayıp tarla tarımına açmış. Uzaktan izleri görülen kanallar olağanüstü bir emeğin ürünleriydi. Çevrede bir ağaç katliamı yaşanmış,  orman ağaçlarının dışında  meyve ağaçları da nasibin almışlardı.  Ağaçların yok edilmesiyle, geçmişte tarıma hazırlanan toprakların büyük bir bölümü erozyona uğramış. Çilekeş Asurilerin  eliyle yapılmış çok  az şey kalmış Kırıkdağ Vadisi’nin yerleşim alanlarında. 2600 yıllık uygarlıktan geriye sadece birkaç kilisenin temel kalıntıları var. “ İhsan Çölemerikli, Hakkari Sûretleri, Sümbül Dağı’nda Ayın Doğuşunu İzlerken, Lis Yayınevi, Ocak 2006, s. 126-127)
Austen Henry Layard (1817-1894), Ninova ve Kalıntıları (Avesta Yayınevi, 2000, İstanbul) isimli eserinde, 1845 yılında  bu bölgede gezi yaptığını, vadilerin, dut, ceviz,  nar, elma, incirinde aralarında bulunduğu birçok meyve ağaçlarıyla dolu olduğunu yazmaktadır. (Söz eden, İhsan Çölemerikli, y.a.g.e. s. 108)
“19 Ağustos 2003’te, bir zamanlar dağlar arasında yeşil  bir cenneti andıran, günde onlarca kervanın içinden geçtiği ve yüzlerce berîvanın patikalarında koştuğu Xanê, tam anlamıyla bir ‘Susuz Yaz’ yaşıyordu.”  (ihsan Çölemerikli, y.a.g.s. s.93)
“Bu  kutsal kilise de dinsel İnanırlarına hizmet vermenin dışında, zaman zaman Osmanlı-Kürd aşiretlerinin saldırılarına hedef olmuş ve talan  edilmekten  kurtulamamıştı.  İnanırları, 1915’te, dönüşü olmayan yolculuğa çıkmış, ve bir daha dönmelerine izin verilmemişti. Dağlar, 2600 yıllık geçmişi olan bu inanç renkliliğini yitirmekle kalmamış, bir emeğin ürünü olan kutsal manastırla birlikte, ormanlık alanlardan  da yoksun kalmışlardı. Mar Abdişo Manastırı’nın ayakta kalan bölümleri diğer kiliselerde olduğu gibi, hayvan barınağına dönüştürülmüş. Dünyanın en büyük semavi  dininin  bir mezhebine ait bu perestgâhı ahıra dönüştürmek, yıktırılmasına seyirci kalmak, dinlerarası hoşgörüyle de bağdaşmaz” (İhsan Çölemerikli, y.a.g.e. s. 112-113)
“1915-1985 arasında Koçanis üç kez, insanlardan arındırılmıştı. Artık kültür katliamının son ve aktif aktörleri köy korucuları olmuştu. Tarihi eser yıkmaları, orman yakmaları, define arama bahanesiyle bunu yapmaları mübahtı …. Biz Berçelan’a doğru yükselirken, Katoliklerin Vatikan’ı, Ortodoksların Fener’i, ve Ezidilerin Laleş’i, konumundaki, Nasturilerin Koçanis Kilisesi bu durumdaydı” (İhsan Çölemerikli, y.a.g.e. s. 119)
Bu alıntılardan açıkça görüldüğü gibi 2600 yıllık bir geçmişi olan Nasturilerin kutsal mekanlarının harabe haline getirilmesine göz yumulmuştur. Yukarıdaki alıntılardan birinde, her gün bu yöreden yüzlerce kervanın geçtiği, patikalarında yüzlerce berîvanın koşturduğu belirtilmektedir. Bu, sözü edilen dönemlerde ticaretin yoğunluğuna, nüfusun büyüklüğüne işaret etmektedir. Bu durumda soru şu olmalıdır. Nasturi toplumu kendi kendini yönetiyor olsaydı 2600 yıl  geçmişi olan bir uygarlığın maddi ve manevi kültür unsurları bu kadar yağmalanır mıydı, harabe haline getirilebilir miydi? Bir toplum kendi kendini yönetemiyorsa, kendine hasım olan güçler tarafından yönetiliyorsa bu sonuçlarla karşılaşmak doğal olarak gündeme gelir. Kendi kedini yönetme hakkının, kendi  geleceğini belirleme hakkıyla yakından ilgili olduğu hatırlatalım. 

                                                                      İki
“Badem,  ceviz, dut, erik çeşitleri, nar, elma,  armut, şikok, üzüm … bahçemizde bolcaydı. Bostanların ekim zamanını, ekin ekme zamanını, nohutların yeşerdiği dönemleri çok iyi hatırlıyorum. Hiç unutmam, dedem, nohutları, gelip geçenlerin yiyebilmesi için özellikle yolun kıyısına ekerdi. Bahçemizde kırmızıdan pembeye, pembeden beyaza nefis kokulu güller vardı. Gül cenneti derdik, biz oraya. “
… “Pilolog orada kalakaldı. Türk devleti şimdi Pilolog’un bütün ağaçlarını kesmiş ve her yerini mayınlamış. Annem mezarlığa bile gidemiyor. Bize mezarlarımızı ziyaret izni bile vermiyorlar.”
Kürd iş adamı Hüseyin Baybaşin,  (d. 1956) Lice’deki köyü  Pilolog’u, evlerini, bahçelerini anlatıyor. Hüseyin Baybaşin’in cezaevinden, el yazısıyla hazırladığı notları Mahmut Baksi  (1944-2000) kitaplaştırmış.
Mahmut Baksi, Teyrê Baz, Ya da, Bir Kürd İş Adamı Hüseyin Baybaşin, (Pêrî Yayınları, Aralık 1999, İstanbul, s. 174), Ayrıca bk. Mahmut Baksi, Her Kuş Kendi Sürüsüyle Uçar, Aram Yayınevi, 2000, İstanbul
Yukarıda vurgulanan önemli soruyu burada da tekrarlamak gerekir. Kürdler kendi kendilerini yönetiyor olsaydı kırsal kesimlerdeki meyve ağaçları kesilir miydi? Tarım arazileri mayınlanır mıydı? Bütün bu güzellikleri ülkenin öbür kesimlerine de  yaygınlaştırmak için çaba gösterilmez miydi??
Diyeceksiniz, Diyarbakır’dan da milletvekilleri seçiliyor. Kurulan hükümetlerde Diyarbakır’dan temsilciler de atanıyor. Ama, bu süreçte, kendi kendini yönetim gerçekleşiyor, diyemeyiz. Bu temsilcilerin, bu yakma-yıkma politikalarının oluşturulmasında hiç etkin olmadığı, bu uygulamalara  hiç engel olamadığı açıkça görülmektedir.
Kendi kendini yönetme önemli bir haktır. Doğal bir haktır, evrensel bir haktır. Kendi geleceğini belirleme hakkıyla da yakından ilgilidir. Kendi kendinizi yönetemiyorsanız, kendi geleceğinizi belirleyemiyorsanız veya bu yönetimde ciddi bir ağırlık oluşturamıyorsanız, aslında, size hasım olan güçler tarafından  yönetiliyorsanız,  mezarlarınızı bile ziyaret edemiyorsunuz, mezarlıklarınızı bile koruyamıyorsunuz.