İSMAİL BEŞİKÇİ ÜZERİNE
GİRİŞ
Birçok düşünür, binlerce yıllık insanlık tarihinin son altı bin yıllık kesitinde insanların uygarlık için üretim faaliyetlerinde bulunduklarını ifade ederler. Bu tarihsel dönemde, insanlığın, özellikle su havzalarında ve nehir kenarlarında önemli uygarlıklar yarattıkları bilinen bir realitedir. Bunlardan, Mezopotamya, Yunan, Mısır, Aztek, İnka, Çin ve Hint uygarlıkları, en çok bilinenlerdir.
Uygarlığı, insan soyunun binlerce yıllık deneyim, kazanım, bilgi birikim ve tecrübe toplamının vardığı son seviye olarak ifade edebiliriz. İnsanlık bu uzun uygarlık tarihi sürecinde; ateşi, yazıyı, hayvanları evcilleştirmeyi, tarım devrimini, düşün dünyasını, şehirler inşa etmeyi, kent mimarisini, ekonomiyi, sanayiyi, ticareti, güzel sanatları, kültür birikimini, matematiği, mühendisliği, coğrafi keşifleri, buharlı makinayı ve Rönesans’ı keşfetti. Bugün dünyanın ulaştığı teknolojik seviye, bilişim, yapay zekâ ve uzay bilimlerinin düzeyi, uygarlığın ulaştığı seviyeyi göstermesi açısından önemli göstergelerdir.
Düşün dünyası, kentsel tasarımı, sanat, teknoloji ve bilişim alanında ulaştığı uygarlık düzeyi bilim ve bilim insanları sayesinde olmuştur. Bilim, insanın doğayı, toplumu, kendisini ve çevresini bilme, anlama, tanıma ve hakikati arama çabasıdır. İnsanlar daha iyi ve güvenli bir yaşam için doğayı tanıma, doğa olaylarını irdeleme ve doğaya egemen olma isteğiyle bilgi üretimine yönelmişlerdir. Bu nedenlerle bilim insanlarının çalışmaları sonucu, yakaladıkları bilim seviyesi toplumların gelişmişlik düzeyini belirlemiştir. Yani bilim üretiminin düzeyi ile toplumsal gelişmenin düzeyi doğru orantılıdır.
Toplumların üretim biçimi, üretim ilişkileri ve üretici güçlerinin başka bir deyişle, toplumsal dinamiğin itici gücünü belirleyen en temel unsur bilimdir. Uygarlığın gelişmesi, toplumsal ilerleme ve hayatın daha yaşanılabilir hale getirilmesi bilim sayesinde olmuştur. Bilimi, hakikate ulaşmak için gidilen yolu aydınlatan bir ışık olarak tarif edebiliriz.
Bilim yöntemi ise insanın kendisini, içinde yaşadığı dünyadaki, doğadaki ve toplumdaki olguları ve olgusal ilişkileri kavramak, bilmek ve anlamak için gözlem, deney ve ölçme işlemlerini kullandığı bir düşünce sistemi olarak tanımlanabilir Öğretide genel kabul, bilim tarihinin beş bin yıllık serüveni kapsadığı ve modern bilim çalışmalarının ise 16. yüzyılın başından itibaren başlamış olduğu şeklindedir.
Eski Çağda Antik Yunan tarihini incelediğimizde, bilim insanlarının karanlık çağın baskıcı yönetimlerine karşı büyük mücadeleler verdiğini görürüz. Verilen büyük mücadeleler sonucu, bilim insanlarının büyük bedeller ödediklerini de biliyoruz. Ancak bu bilim ve düşün insanlarının içinde Sokrates’in duruşu ve mücadelesi bir ekole dönüşmüş ve gelecek kuşaklara ilham kaynağı olmuştur. Sokrates’in savunduğu doğrunun tekliği ve ahlakın evrenselliği felsefesi günümüz dünyasında da hala önemli bir düşünce sistemi olarak etkisini sürdürmekte ve düşünce dünyamıza zenginlik katmaktadır.
Aristoteles, Thales, Pisagor, Konfüçyüs, Heraklitos ve Hipokrat gibi bilim insanlarının bilimsel çalışmalarındaki disiplinleri ve kararlılıkları olmasaydı ve özellikle bilim dünyasının kahramanlarından düşünür Sokrates’in, Miguel Servetusus’un ve Giordano Bruno’nun karanlık ve ölüm karşısındaki soylu duruşu olmasaydı düşün dünyası ve uygarlığın bugünkü seviyeye gelmesi mümkün değildi.
Eski Çağda nasıl ki Sokrates gibi bilim insanları karanlıkta bir ışık olduysa, kilisenin toplum ve yönetim erki üzerinde egemen olduğu, aklın ve bilimin devre dışı bırakıldığı Skolastik felsefenin resmi düşünce
kabul edildiği Orta Çağ, daha sonra Yeni Çağ ve günümüze dek birçok filozof ve düşünür bilim tarihi sürecinin çeşitli evrelerinde önemli işlevleri olmuştur. Bunların bazıları idam bazıları sürgün edilmiş bazıları da zindanlarda akli dengelerini yitirmişlerdir.
Sokrates, Miguel Servetus, Giordano Bruno, Galileo Galilei, Newton, Copernicus, Descartes, Spinoza, Voltaire, Kant, Karl Marx, Frederich Engels, Hegel, Darwin, Nikola Tesla, Edison, Albert Einstein, Franz Fanon, Jean Paul Sartre, Ehmedê Xanî ve İsmail Beşikçi gibi bilim ve düşün insanlarına insanlığın büyük borcu olduğu kuşkusuzdur. Bu bilim insanlarının açık ve gizli bilimsel çalışmaları insanlığın geldiği bugünkü uygarlık seviyesine ulaşmanın itici motorları olmuştur. İnsanlık ve uygarlık bu bilim insanları sayesinde bugünlere varmıştır. Tiranlar karşısında hakikati savunma ve duruş olmasaydı belki insanlık onların yarattığı yüksek ahlaki değerlere bugün sahip olamayacaktı. Bilimin olmadığı bir dünyada uygarlık ve düşün dünyasının zenginliğinden de söz edilemezdi
BİR BİLİM ABİDESİ: İSMAİL BEŞİKÇİ
Aydınlanma çağıyla birlikte doğa bilimleri ve sosyal bilimler birbirinden ayrıldı. Doğa bilimleri için uygulanan bilim metodolojisi sosyal bilimler içinde kullanılmaya başladı. Hatta sosyal bilimlerin birer parçası olan ekonomi, tarih, sosyoloji, coğrafya, antropoloji, arkeoloji gibi bilim dalları düşünce dünyasının en önemli unsurlarıdır. Bilimin, felsefenin ve sanatın sınırsız özgürlük ortamında geliştiğini bildiğimiz için doğa bilimlerinin gelişimi ile sosyal bilimlerin gelişimi arasında doğrudan bir bağ olduğunu biliyoruz.
Bu anlamda bilimi ısrarla savunan ve canlarını feda eden, boyun eğmeyen soylu duruş sahibi bilim ve düşün insanları, bilimin ve uygarlığın gelişim çarkını hareket ettiren kahramanlardır. İsimlerini sıraladığım bilim insanlarından Sokrates, Miguel Servetus, Giordano Bruno ile çağımızın eşsiz bilim insanlarından İsmail Beşikçi’nin irdelenmesi akademisyenlerin ve gençlerin aydınlanması için oldukça önemlidir. Bu konunun akademide tez ve etüt çalışmaları ile zenginleştirilmesi gerekmektedir. Birçok aydın, akademisyen ve toplum içerisindeki bireylerin, İsmail Beşikçi ile ilgili bilgilerinin yüzeysel ve oldukça yetersiz olduğu açıktır. Bu nedenle İsmail Beşikçi fikriyatının detaylı incelenmesi önümüzde duran ve ivedi şekilde yerine getirilmesi gereken bir görevdir.
Yukarıda sıraladığım genel bilgiler ışığında günümüzün seçkin bilim insanlarının İsmail Beşikçi üzerine ifade ettikleri düşünceleri aktardıktan sonra İsmail Beşikçi ile tarihte iz bırakmış bilim insanlarını irdelemenin düşün hayatımıza farklı bir pencere açacağını düşünüyorum.
SEÇKİN BAZI BİLİM, DÜŞÜN VE YAZARLARININ İSMAİL BEŞİKÇİ’YE BAKIŞI
Çağımızın büyük düşünürlerinden Noam Chomsky, Boğaziçi Üniversitesi’nde verdiği konferansta İsmail Beşikçi için “O bilim dünyasının kahramanıdır. Cesaretin ve onurun sembolüdür.” demesi çok önemli bir belirlemedir.( Boğaziçi Üniversitesinde, 25 Ocak 2013 tarihinde ki “Hrant Dink İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Konferansı”nda ki konuşmasından )
Kürd tarihi ve kültür araştırmalarının en gözde bilim insanlarından Prof. Dr. Celîlê Celîl’ “İsmail Beşikçi bir pırlantadır. Pırlanta beş yüz yılda bir oluşur.”, “İsmail Beşikçi bir atom parçacığı gibidir. Kendisi küçük etkisi büyüktür.” tespiti çok çarpıcıdır. (İsmail Beşikçi Araştırma Kütüphanesi açılışında ki konuşmasından)
Türkiye’nin saygın bilim insanlarından Prof. Dr. Murat Belge “İsmail Beşikçi bir benzeri Türkiye’de bulunmayan, ama ona bakarsanız dünyada da eşine çok ender rastlanan bir kişidir.”, “ ….haksızlığa uğrayan bir halkın davasına sahip çıkmak, onu kendi davası haline getirmek. Gerçeklikle kurduğu ilişki ise bir bilim adamının ilişkisidir. İsmail Beşikçi bunların ikisinin toplamı olan bir kişiliktir.” der. (1)
Ünlü yazar ve şair Murathan Mungan ”….ömrünü, gönül yakınlığı duyduğu bir davaya adayan, bu uğurda hiçbir özveriden kaçınmamış, yılmamış, yorulmamış, teslim olmamış; düşünceleri ve inançları doğrultusunda dürüst, onurlu, bir yaşam sürdürmüş, aydınlanma çağının -benimde olumladığım-romantik değerlerine bağlı bir dava ve fikir adamı olduğudur.” belirlemesini yaparak; İsmail Beşikçi için “Hayat insana çok az konuda zamanlar üstü saygı bağışlar.” diyor. (2)
Literatüre Türklük Sözleşmesi kavramını kazandıran akademisyen ve yazar Dr. Barış Ünlü, İsmail Beşikçi’yi bir fenomen olarak değerlendirerek onu Antik Yunan’da güçlülere ve tiranlara karşı hakikati söyleyen Parrhesiastes olarak ifade eder. Ek olarak, İsmail Beşikçi için “İsmail Beşikçi modern bir Parrhesiastes ve 20. yüzyılda yaygınlık kazanmış bir kavramı kullanmak gerekirse bir entelektüeldir.” der. İsmail Beşikçi’nin Kürdler ve Kürdistan adlarının ifade edilmediği ve açıkça adı konulmadığı bir dönemde Dr. Barış Ünlü “Hakikati güçlüler karşısında dile getirmiştir.” diyerek İsmail Beşikçi’nin hakikatleri dile getirmesindeki gözü pekliği ifade etmiştir. Dr. Barış Ünlü, güçlüler olarak ifade ettiği sadece devlet değildir. Aynı zamanda Türk toplumu ve Türk akademi dünyasıdır. (3)
İsmail Beşikçi bütün bu güçleri karşısına almış ve gerçeği bütün çıplaklığıyla büyük riskleri göze alarak haykırmıştır. Dr. Barış Ünlü “Hakikati söylemek riskli ve tehlikeliyse, karşımızda bir “yaşam ya da ölüm” etkinliği var demektir. Bu tehlikeyi bilerek göze alan kişi dürüsttür. Dürüstlük belli bir ahlak yapısını işaret eder, ki o ahlak yapısı hakikate ulaşabilme yolunda en temel dayanak noktasıdır.” diyerek İsmail Beşikçi’nin çalışma ve açıklamalarındaki cesaret ve hakikate vurgu yapmıştır. (4)
Dr. Barış Ünlü, İsmail Beşikçi’nin hakikate ulaşma sürecinde yaşadıkları, tanık oldukları ve okuduklarıyla kişisel bir aydınlanma yaşadığını söyler. Bu husus, “Bu aydınlanma sürecinde ise, tabiri caizse, Türklüğünden istifa etmiştir. Bu istifa kişisel bir zihin devrimidir.” diyerek ifade edilmiştir. (5)
Türk Akademiyası’nın değerli isimlerinden Prof. Dr. Sibel Özbudun ise İsmail Beşikçi’nin Türk üniversitesi içinde resmî ideolojiye karşı duruşuna gönderme yaparak “’Akademia cennetinden kovulan bir şeytan “betimlemesi yapmıştır. (6). Resmî ideolojinin emir ve talimatları doğrultusunda çalışmalar yürüten Türk akademisyenlerinin kurdukları bilim dışı cennete itiraz ettiği için İsmail Beşikçi bu cennetten aforoz edilmiştir.
Değerli bilim insanı Prof. Dr. Selahattin Güllülü, İsmail Beşikçi için, “O asla kendini gizleyen biri değildi. İnandığı fikirleri savunurken ufak tefek görünüşü birden devleşiyor, ciddi boyutlardaki tehditler karşısında bile ödünsüz tavrını asla değiştirmiyordu. Öteden beri, yargım; onun bir bilim adamı olmaktan çok bir fikir ve inanç adamı olduğu yolundaydı. Bu yargım bugün de değişmiş değil. İsa gibi hiç yılıp yorulmadan kendi çarmıhını sırtında taşıyan bir inanç adamı.” (7) ifadelerini kullanmıştır.
_______________________________________________________________________
1.Barış Ünlü- Ozan Değer, İSMAİL BEŞİKÇİ, İletişim Yayınları,2011, s. 137
2-B. Ünlü- O. Değer, a.g.e., s. 146
3.B. Ünlü-O. Değer, a.g.e., s. 12
4. B. Ünlü- O. Değer, a.g.e., s.12
5. B. Ünlü- O. Değer, a.g.e., s.12
6. B. Ünlü- O. Değer, a.g.e., s.87
7. B. Ünlü- O. Değer, a.g.e., s. 294
Bu konuya ilişkin yüzlerce aydın ve bilim insanının İsmail Beşikçi’ye ilişkin benzer yazılarını sıralayabiliriz. Ancak konumuzu dağıtamamak için, seçkin bazı isimlerin söyledikleri ve yazdıklarının yeterli olacağı kanısındayım.
BİLİM TARİHİNDE BÜYÜK BEDELLER ÖDEMİŞ BİLİM İNSANLARI VE İSMAİL BEŞİKÇİ
İsmail Beşikçi’nin dünya bilim tarihinde iz bırakmış ve bir ekole dönüşmüş hakikati ısrarla savundukları için büyük riskler almış ve bedellerini canlarıyla ödemiş bazı düşün ve bilim insanlarıyla olan ortak ve farklı noktalarını ortaya koymak İsmail Beşikçi’yi daha iyi tanımamıza vesile olacaktır.
Bunun için Yunan felsefesinin kurucularından ve devlet teorisinin kuramcısı Platon’un hocası Sokrates ( M.Ö. 470- M.Ö. 399 ) ile İsmail Beşikçi‘yi kıyaslamak istiyorum. Kuşkusuz gerek Antik Yunan’da gerekse Orta Çağ’da ve Aydınlanma döneminde birçok bilim ve düşün insanı idam edilmiş ve ağır cezalara çarptırılmıştır ancak bunların içerisinde bazıları var ki simgeleşmişlerdir. Sokrates, Miguel Servetus ve Giordano Bruno bu simgelerdendir.
Sokrates Antik Çağ Atina’sında gençlere matematik, geometri, astronomi ve politikanın yanı sıra felsefe dersleri ve eğitimleri vermiş bir bilim insanı ve felsefe kuramcısıdır. Sokrates Felsefesi ahlak ve yaşamı konu edinir. Ona göre bilgisizlik insanı kötülüğe sürükler. Bilgili insan erdemli olur. “Erdem ve bilgi Sokrates’e göre özdeştir.” Sokrates’e göre ahlak; “Amacı iyi ve iyilik olan bir düşüncedir.” Ona göre, “Ahlakın amacı mutluluktur.” Genel olarak bilgiye, ahlaka, fazilete ve erdeme önem verir. İnsanların mutluluğa bu şekilde ulaşabileceğini öğütler. Sokrates’e göre, “Cehaletten daha büyük kötülük yoktur.” “Ben bir şey biliyorum, o da bir şey bilmediğimdir.“ diyerek bilgiye ve ahlak felsefesinin en önemli ilkelerinden “kendini tanı“ diyerek insanların yaradılıştan iyi olduğuna işaret eder.
Sokrates, Yunan şehir devleti mahkemesi tarafından sorgulanır. Mahkeme, Sokrates’e iki noktada suçlamada bulunur. Birincisi kuramcısı olduğu felsefenin Yunan gençlerini yozlaştırdığını, ikincisi ise dinsizlik suçlamasıdır. Sokrates bütün bu suçlamaları felsefesini savunarak karşılık verir. Düşüncelerini ve felsefesini ısrarla savunur. Düşüncelerinden geri dönmesi için teklif edilen bütün vaatleri reddeder. Sokrates’in arkadaşları, öğrencileri ve çevresinin zindandan kaçırılma önerilerine karşı çıkar ve bu onurlu davranışı sonrası 501 kişilik jüri heyetinin 280 kişisinin oyuyla idama mahkûm edilir. Sokrates baldıran zehri içirilerek idam edilir.
Filozof Sokrates’in yazılı bir eseri yoktur. Öğrencisi Platon ‘‘Sokratik Diyaloglar’’ ve ‘’Sokrates’in Savunması’’ eserlerini yazmıştır. Düşünür Kant, Sokrates için ‘’aklın ideali’’, Hegel ise ‘’Bir insanlık kahramanı, felsefesini yazmayan ama yaşayan gerçek bir filozof’’ der.
Ölümünden sonra Sokrates okulları açıldı. Bu felsefe akımını öğrencisi Platon ve takipçileri devam ettirdiler. Sokrates, bilimi savunduğu için ve geri adım atmadığı için bir sembol olarak bütün insanlığın gönlünde taht kurmuştur.
Görüldüğü üzere Sokrates, tutarlı ve kendinden emin bir şekilde bilimi savunmuş ve düşüncelerinden taviz vermemiştir. İnandıkları uğruna düşüncelerinden geri adım atmadığı için de idam edilmiştir.
Sokrates’in yaşadıklarının benzerini İsmail Beşikçi’de yaşadı. 1960’lı yıllardan bugüne, devletin “adli ve idari” yaptırımlarına, işkence ve zindanlarına rağmen bilimi ve bilim yöntemini savunmuş ve düşüncelerinden geri adım atmamıştır. Bedelini de elli yıla yakın Türk mahkemelerinde yargılanarak ve 17 yılı aşkın hapis cezası ile ödemiştir.
Nasıl ki Sokrates, dönemin Atina site devleti tarafından çeşitli vaatlerle düşüncelerinden geri adım atması için zorlanmışsa ve bu teklifler Sokrates tarafından kabul edilmemişse aynı teklif ve uyarılar İsmail Beşikçi’ye de yapılmıştır. Tıpkı Sokrates gibi İsmail Beşikçi de Türk üniversitesindeki hocalar tarafından yapılan teklifleri reddetmiş ve düşüncelerinden bir milim geri adım atmamıştır. Devletin hem resmi hem de gayri resmi görevlileri tarafından açık ve gizli tehditlerine hiç kulak asmayarak hakikat yolundan sapmamıştır.
Sokrates’in arkadaşları onu zindandan kaçırmak istemelerine Sokrates itiraz etmiş ve ölümü seçmiştir. İsmail Beşikçi de arkadaşlarının yurt dışına götürülme önerilerine itiraz etmiş en zor koşullarda zindanda kalmayı tercih etmiştir. Tıpkı Sokrates gibi hiçbir zaman tahliye ve beraat talep etmemiştir. Hatta benim de tanık olduğum bir duruşmasında avukatlarından birinin beraat talebine mahkeme huzurunda “Avukatımın düşüncelerine ve beraat talebine katılmıyorum. Çünkü ben suçlu değilim. Onun için beraat talebine katılmıyorum.” demiştir. Görüldüğü gibi duruş itibariyle Sokrates ve İsmail Beşikçi aynı noktadadır.
Dünya bilim tarihinin simge isimlerinden Miguel Servetus ile İsmail Beşikçi aynı duruşun sahipleridirler. Miguel Servetus (1509 – 1554) İspanyol ilahiyatçı, hekim, coğrafyacı, matematik, gökbilim, anatomi, eczacılık ve hukuk felsefesi alanlarında söz sahibi bir bilim insanıdır. O yüzden Avrupalılar onu “Avrupa’nın Hezarfeni“ olarak tanımlarlar. Tıp, eczacılık ve anatomi alanında araştırmaları olan Servetus (Avrupa’da kan dolaşımını doğru şekilde inceleyen ilk bilim adamıdır.) kan dolaşımını ve Hristiyanlığın mezheplerinden Protestanlık ve Katolik inancının aksine Hz. İsa’nın hiçbir tanrısal konumu olmadığını savunur. Bu iki nedenden dolayı Cenevre’de tutuklanır.
Bu dönemde iktidarda mektup arkadaşı Calvin vardır. Servetus ile Calvin arasında mektuplaşmalar olur. Yakalandıktan sonra Calvin zindana Servetus’un ziyaretine gider ve bu düşüncelerinden vazgeçmesini talep eder. Eğer düşüncelerinden vazgeçerse idam edilmekten kurtulacağını söyler. Bütün teklif ve taleplere Servetus itiraz eder ve kabul etmez. Bilimi savunmaktan vazgeçmez ve bunu mahkemede de savunur. Hakkında idam kararı verilir. Arkadaşı Calvin tarafından yaş ve yeşil odunlar üzerin de kazığa çakılarak diri diri yakılarak idam edilir.
İsmail Beşikçi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en karanlık döneminde Kürd aydın ve siyasetçilerinin Kürd kelimesi yerine “Doğu” ve “Şark” kelimesini kullandığı bir zaman diliminde, “Gizli Kürdoloji“ ve “Anti-Kürdoloji” tezlerini, Güneş Dil Teorisi'ni ve Kemalizm’in ilkelerini ilk defa, deşifre eden ve çürüten bir bilim insanıdır. Bu olgulara ve tezlere ilk karşı çıkan ve düşüncelerini cesaretle savunan bir bilim insanıdır. Bütün yargılama sürecinde Kemalizm’in Türklük ve Müslümanlık sözleşmelerini yoğun bir biçim de açıktan eleştiren yüzlerce yıl ceza tehditlerine rağmen düşüncelerini savunmaktan geri durmayan bir bilim insanı olması İsmail Beşikçi’yi, Miguel Servetus’la aynı duruşun sahibi olduğunu gösterir.
Giordano Bruno (1548-1600) Rönesans felsefesinin en önemli İtalyan filozoflarından biridir. Rahip, gökbilimci ve okülisttir. Edebiyata da ilgi duyar. Bruno, evrenin sonsuz ve eş dağılımlı olduğunu ve dünyadan başka gezegenlerin bulunduğunu söylediği için Roma Katolik Kilisesi’nin Engizisyon mahkemesinde sapkın ilan edilmesi üzerine Roma’da diri diri yakılarak idam edilmiştir. Bruno’nun düşüncelerinden vazgeçmesi karşılığında idam edilmeyeceği söylenir. Ancak Bruno, sunulan teklifi kabul etmez ve bilimi savunarak idamı tercih eder.
1994 yılında İsmail Beşikçi’nin bir duruşmasına izleyici olarak katılan Norveçli yazar/gazeteci Eugene Csoulgine ile İsmail Beşikçi arasında bir diyalog geçer. Duruşmada İsmail Beşikçi’ye 104 yıl hapis cezası ile büyük miktarda adli para cezası verilir. Eugene duruşmadan sonra savcıdan izin alır ve Beşikçi’yle görüşür. Eugene, Beşikçi’ye “Siz ölene kadar hapiste kalacaksınız, ne düşünüyorsunuz?” sorusuna çok rahat ve serinkanlı bir şekilde, “Ben öldükten sonra tarih ve gelecek kuşaklar bunu bilecektir.” diye cevap alır. Eugene, İsmail Beşikçi ile yaşadığı bu diyalogdan sonra bütün yaşamını cezaevlerindeki yazar ve aydınlar için mücadeleye adamaya karar verir. Bu örnekten de anlaşıldığı üzere İsmail Beşikçi için esas olan bilimdir. Ceza, tehdit ve ölüm teferruattır. Tıpkı Sokrates, Servetus ve Bruno gibi bilimi savunmayı ilke edinmiştir. İsmail Beşikçi’nin bu bilim insanlarıyla ortak noktası bilimi savunmak ve düşüncelerinden geri adım atmamasıdır.
İsmail Beşikçi ile Galileo Galilei’yi kıyaslamanın da yararı vardır. Gözlemsel astronominin kurucusu olarak kabul edilen İtalyan fizikçi ve astronom G. Galilei keşfettiği Güneş ve Dünya sisteminin sonucu olarak Dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü savunması Roma Engizisyon Mahkemesi tarafından yargılanmasına neden olmuştur. Yargılanmış ve yargılanma sürecinde savunduğu Güneş ve Dünya sistemi düşüncesinden vazgeçmesi ve geri adım atması için baskı ve tehdide uğramıştır. Bu durum karşısında Galileo Galilei, Sokrates, Servetus, Bruno gibi bir duruş sergileyememiş ve geri adım atmıştır. Görüldüğü gibi İsmail Beşikçi ile Galileo Galilei karşılaştırıldığında mahkemede Galileo Galilei’nin geri adım attığını ancak İsmail Beşikçi geri adım atmadığını görürüz.
Bu nedenle İsmail Beşikçi çağımızın Sokrates’i, Servetus’u ve Bruno’sudur dememiz hiç de abartılı değildir; Aksine, İsmail Beşikçi’nin bu olgulara ek olarak birtakım artıları vardır. Yazının ilerleyen bölümlerinde, İsmail Beşikçi’nin sözünü ettiğim bilim insanlarından farklı meziyetlere sahip olduğu diğer bilim ve düşün insanlarıyla kıyaslamalarımızdan görülecektir. Şimdi bunlara değinelim.
İsmail Beşikçi’nin bilim dünyasında ırkçılık ve sömürgecilik üzerine tezleriyle ünlü düşünürlerinden Frantz Fanon ile karşılaştırmanın ufuk açıcı olacağını düşünüyorum. İsmail Beşikçi de Frantz Fanon gibi sömürge sistemi üzerine elli yılı aşkın çalışmalarıyla bilinen bir düşünürdür.
Frantz Fanon, ırkçılık ve sömürgecilik sisteminin anatomisini çıkaran ve sömürgecilik sisteminin psikiyatri bilimi ile ilişkilendirerek analizler ortaya koyan, çağın en önemli düşünürlerden olduğu birçok siyaset ve bilim insanı tarafından kabul edilir. Fanon, bir Fransız sömürgesi Martiniklidir ve kendisi siyahidir. Çalışmalarında sıklıkla siyah toplumun sömürgeleşmesi üzerine kafa yormuş ve önemli analizler yapmıştır. Dünyada birçok bilim insanı ve siyasetçi ondan feyz almıştır. İranlı düşünür Ali Şeriati ve enternasyonalist devrimci Che Guevara bunlardandır.
Frantz Fanon, sömürge toplumu olan Martinik üzerinde yoğunlaşmış ve kendi toplumunun özgürleşmesi için çalışmalar, tahlil ve teoriler oluşturmaya çalışmıştır. Kuşkusuz başka toplumlarda onun tezlerinden kendi özgürlükleri için istifade etmiştir.
İsmail Beşikçi ise sömürgecilik sistemini sosyoloji, tarih ve siyaset bilimi ile ilişkilendirerek analizler yapmıştır. Örneğin İsmail Beşikçi’nin “Kürdistan’ın sömürge bile olmadığı” tespiti çok önemlidir. Bu konudaki analizleri ilgi çekicidir. Klasik sömürge statüsünün özelliklerinin Kürdistan’da olmadığını bunun için Kürdistan’ın sömürge olarak ifade edilemeyeceğini ve sömürge altı bir statüde olduğunu döne döne birçok olgu ile anlatır.
Bunun dışında Kürd siyasetçi ve aydınlarından farklı olarak sürekli dillendirdiği “Kürd Sorunu nedir, Kürdistan Sorunu nedir” sorularına verdiği cevap Kürd ve Kürdistan Sorunu’nun teşhisinin nirengi noktasıdır. Cevabı, ”Kürdistan’ın 20. yüzyılın başında bölündüğü, parçalandığı, paylaşıldığı ve bağımsız devlet hakkının gasp edilmesi “şeklindedir.
Kürdlerde milli bilincin eksik olduğu tespiti, Türklerin, Arapların ve Farsların birer Kürdistanı olduğunu ama Kürdlerin bir Kürdistan’ının olmadığını söylemesi de çok önemlidir.
İsmail Beşikçi, Kürdistan’da 200 yıldır verilen ulusal kurtuluş mücadelesi sürecinde büyük bedeller ödendiği ve 2.5 milyon Kürd insanının soykırıma uğratıldığı belirlemesini yapar. Yaşanan Dersim, Ağrı, Enfal, Halepçe soykırımlarının Diyarbakır Cezaevi ve Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı’nda yapılan vahşi işkencelerin, Kürdlerde milli bilinci geliştirmemesinin üzerinde düşünülmesi gerektiğini söyler. Konuya ilişkin yazdığı makalelerde ve konferanslarda Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı’nda yapılanlar eğer Kürd bilincinde ulusal bir etki yaratsaydı, bağımsızlık referandumu döneminde maaş için değil bağımsızlık için miting yapılırdı tespiti çok çarpıcıdır. Aynı eleştiriyi Kuzey Kürdlerine Filistin ve Kudüs için gösterdikleri hassasiyeti Şengal için göstermemeleri, Diyarbakır Cezaevi’nde yapılanların ulusal bir bilinç oluşturmadığının incelenmesi gerektiğini söyler.
Son yıllarda Kürdler arası birlik ve ittifak konusundaki tespitleri, Yüksek Kürd bilinci ve Anti-Kürd Nizam’a ilişkin belirlemeleri Kürdler için ders niteliğindedir. Türk üniversitelerini, Türk aydınlarını eleştirmesinin yanı sıra 1971 yılında Diyarbakır Cezaevi’ndeki Ocak Komününden bugüne, elli yıldır Kürd aydınlarını ve Kürd toplumunu kendi diline sahip çıkmasını istemiş, uyarmış ve eleştirmiştir. Bu uyarı ve eleştiri takdirin ötesi bir şeydir.
Ancak İsmail Beşikçi’yi, Frantz Fanon’dan ayıran ayırt edici özelliği kendi toplumu ile ilgili değil, mağdur ve mazlum olan başka bir toplum için analizler ve tespitler yapmış olmasıdır. Kendisi Kürd olmamasına rağmen bütün yaşamını sömürge Kürd toplumu üzerine kafa yorarak ve altmış yılı aşkın Kürdoloji üzerine çalışmalar yaparak geçirmiştir. Yani Kürd milletinin davasını kendi davası olarak benimsemiş, Kürd aydınlarından ve Kürd toplumundan daha çok Kürd davasını kendi davası kılmıştır. Ayırt edici özelliği budur.
Dünya’da bağımsızlık savaşları ve sömürgeler sorunu konuşulduğunda Frantz Fanon dışında akla gelen isimlerden biri de Jean Paul Sartre’dır. Fransız yazar ve düşünür Jean Paul Sartre varoluşçu Marksizm alanında çalışmalar yapmış, kuram ile eylemi birleştirebilen simge isimlerden biri ve 20. yüzyılın en gözde entelektüellerindendir. Felsefe içerikli romanları ile Cezayir Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasındaki duruşu ve aydın tavrı dünya çapında takdir edilmiştir. Jean Paul Sartre Cezayir Bağımsızlık Mücadelesini desteklemek amacıyla Fransız emperyalizmine karşı bildiri dağıtmanın yanı sıra birçok eylem ve etkinlikle Fransa’nın Cezayir’deki uygulamalarını eleştirmiştir.
Jean Paul Sartre’ın aydın tavrı ve Fransa Devletinin sömürgeciliğine karşı duruşu dünya çapında saygınlık ve sempati ile karşılanmıştır. Fransa’da ve dünya genelinde Sartre için “çağının tanığı ve vicdanı” denmesi bu nedenledir. Fransa’da birçok çevre ve basın organı Jean Paul Sartre’ın Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nı desteklemesini hainlik olarak değerlendirmiştir. Aleyhine büyük linç kampanyaları başlatıldığı dönemde, Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle kendisini kıyasıya eleştiren Jean Paul Sartre için “Sartre Fransa’dır” demesi Avrupalı muktedirlerin Türkiye gibi ülkelerin muktedirleriyle kıyaslandığında ne kadar tahammüllü olduklarını göstermesi açısından çarpıcı bir örnektir.
Jean Paul Sartre ile İsmail Beşikçi’yi ortaklaştıran nokta kendisi Fransız toplumunun bir ferdi olmasına rağmen Cezayir Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ’ne destek vermiş, Fransız muktedirlerini eleştirmiş ve konu ile ilgili tespitler ve analizlerde bulunmuş olmasıdır. Ayrıca, Frantz Fanon’un sömürgecilik sistemi ile ilgili teorisini daha da geliştirerek Fransız toplumu için “Hepimiz katiliz.” diyerek sömürgeciliğe karşı net bir duruş sergilemiştir.
İsmail Beşikçi de Kürd olmamasına karşın bütün yaşamını Kürdlerin ve Kürdistan’ın 20. yüzyılın başında gasp edilmiş devlet hakkının teslim edilmesi için verdiği mücadeledir. Bu alanda 46 eser ve yüzlerce makale yazmanın dışında Kürd kültürel ve bilimsel kurumlaşması için çalışmalar yapması (Kürt Enstitüsü, Mezopotamya Vakfı, Kürt Kültür Vakfı, Şeyh Sait Vakfı kuruluş ve MKM çalışmalarında yer alması) birçok eylem ve etkinliğin içinde bulunmasıdır. Bu eylem ve etkinlikler içerde ve dışarda açlık grevleri, protesto eylemleri, örneğin, açlık grevi sonrası Basın Konseyi önüne çelenk koyma, 260 aydının imzaladığı BM’ye deklarasyon bildirisi, Taner Akçam’ın suçlamalarına 132 aydının imza kampanyası bunlardan başlıcalarıdır. Jean Paul Sartre ile İsmail Beşikçi’nin en belirgin ortak noktası sömürge toplumların bağımsızlık mücadelesinin yanında yer almaları ve bunu sadece kuramla değil eylemle de pratikleştirmeleridir.
Ancak İsmail Beşikçi’nin Jean Paul Sartre’dan farkı, yirmili yaşlardan itibaren bütün yaşamını Kürdoloji çalışmalarına adamasıdır. Yazdığı bütün eserlerinin ana konusunun Kürd ve Kürdistan olması bunun somut göstergesidir. Bütün eserlerinde on bin yirmi bin beş yüz bin nüfuslu elliye yakın halk, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve İslam Konferansı üyesi devlet olmasına rağmen niçin elli milyonu aşkın nüfusa sahip Kürd milletinin bir devleti yoktur? sorusunu döne döne hem Kürdlere hem Türklere hem de dünyaya haykırmaktadır.
Jean Paul Sartre’dan bir diğer farkı Kürdistan bağımsızlık mücadelesine sadece destek vermesi değil bu mücadeleyi Kürdlerden daha fazla sahiplenmesi ve kendine dava etmesidir. Prof. Dr. Murat Belge’nin “İsmail Beşikçi bir başka halkın davasını kendi davası yapmıştır.” demesi bundandır. Kürdçeyi Kürdlerden fazla savunması, Kürdçe hassasiyeti, Kürdlerin devlet olma hakkını Kürdlerden daha fazla savunması bundandır. Kürde dair her olguyu (Kürdistan coğrafyasını, arkeolojisini, dilini, sanatını, edebiyatını, sinemasını, dağlarını, ovalarını, hayvanlarını, bitkilerini, börtü böceğin, vs.) Kürdlerden daha fazla kendine dert edinmesi karşısında, defalarca şaşkınlığa uğradığımı ifade etmeliyim. Bu nedenle İsmail Beşikçi “insanlığın vicdanıdır” kavramı onu anlatmada yetersiz kalmaktadır.
EHMEDÊ XANÎ VE İSMAİL BEŞİKÇİ
İsmail Beşikçi’nin, Kemalizm’in bütün tezlerini ve resmî ideoloji kavramını Kürd ulusu üzerinden yorumlayarak bilim yöntemiyle çürütmesi Kürd akademisyenleri tarafından değerlendirilip üzerinde çalışılmalıdır.
İsmail Beşikçi, Kürd siyasetçilerinin zaman zaman çeşitli ortamlarda “biz bölücü değiliz” söylemlerine şiddetle tepki göstermesi ve “Bölünen sensin parçalanan ve paylaşılan senin ülken ve sen kendine bölücü değilim diyorsun.” diyerek şiddetle eleştirmesi ve bunu kendine dert edinmesi yüksek ahlak kavramıyla ifade edilebilir. İsmail Beşikçi’nin birçok somut olay karşısında gösterdiği tavır ve hakikati savunmadaki hassasiyeti, bilime bağlılığının yanı sıra vicdan ve yüksek ahlak kavramlarıyla izah edilebilir.
Son olarak büyük filozof Ehmedê Xanî ile İsmail Beşikçi’nin ortak yanlarını belirtmek yararlı olacaktır. Ehmedê Xanî olgusunun anlaşılabilmesi için toplumlar tarihinde rol almış ve toplumları millet yapan şairlerden, edebiyatçılardan ve düşünürlerden bazılarını hatırlatmak yararlı olacaktır.
Bazı filozoflar ve şairler vardır ki kendi toplumlarının millet olmasının temelini oluştururlar. Örneğin Homeros Yunan milletinin varoluş destanını yazdı. Yazdığı İlyada ve Odysseia destanı Yunan toplumuna hayat verdi. Antik Çağ’da yaşamış ozan Homeros, yazdığı İlyada ve Odysseia destanları dünyada Batı edebiyatının ilk büyük eseri kabul edilir.
Firdevsi Fars edebiyatının en büyük şairidir. Yazdığı atmış bin beyitten oluşan Şehname adlı eseriyle Fars milletinin köklerini oluşturdu. Fars toplumu ve kültürünün sağlam temeller üzerine oturması için Firdevsi, Şehname’yi yazarak Fars toplumunu ayağa kaldırdı.
William Shakespeare İngiliz edebiyatının en büyük ulusal şairidir. Homeros Yunan toplumu için ne ifade ediyorsa, Firdevsi Fars toplumu için ne ifade ediyorsa William Shakespeare de İngilizler ve İngiliz edebiyatı için aynı şeyi ifade eder. Willam Shakespeare yazdığı “Romeo - Juliet” ve “Hamlet” oyunlarıyla İngiliz toplumunu millet yapmıştır. Görüldüğü gibi toplumları tarihsel kökleriyle buluşturup kültürel inşasını oluşturanlar şairler, düşünürler, edebiyatçılar ve yarattıkları şaheserleridir.
Büyük filozof, edebiyatçı, şair, sosyolog, eğitimci, felsefeci ve İslam tasavvuf alimi Ehmedê Xanî 1650 ile 1707 yılları arasında yaşamıştır. Ehmedê Xanî Arapça, Farsça, Osmanlıcanın yanı sıra Kürd dili uzmanı ve eğitimcisidir. Felsefe tarihi, Kürd edebiyatı, Kürd tarihi, Kürd folkloru ve dinler tarihi üzerinde uzman bir düşünürdür. Antik Yunan filozoflarından Homeros, Aristoteles ve Platon’dan etkilenmiştir. Ayrıca Farabi, Ali Hariri, Firdevsi, Ömer Hayyam, Yunus Emre, Melayê Cizîrî, Feqiyê Teyran gibi pek çok şairden ve düşünürden etkilenmiştir. İngilizler için William Shakespeare, Farslar için Firdevsi, Yunanlılar için Homeros ne ise Kürdler için Ehmedê Xanî odur.
Ehmedê Xanî , Meme Alan destanından esinlenerek yazdığı Mem û Zîn adlı eseri bir Kürd şaheseri olarak dünya klasikleri arasında yer almıştır. Bu eser, ari ve sade Kürdçe ile yazılmış bir edebiyat ve kültür şaheserimizdir. Mem û Zîn eseriyle Kürdün Kürdistan’a hasretini iki aşık üzerinden betimlenerek yazılmıştır. Ehmedê Xanî bu eseriyle henüz dünyada ortaya çıkmamış bir olgu olan Kürd milliyetçiliğini başka halklara düşmanlık içermeyen bir formatta işlemiş ve Kürdlerde milli bilinci geliştirmeye çalışmıştır. Kürdlerin millet olmasının temellerini atmıştır. Bu nedenle Ehmedê Xanî Kürdlerin Homeros’u, William Shakespeare’i ve Firdevsi’sidir. Kürd milletini milli bilinçle ayağa kaldırmak ve devlet sahibi olması için feryat etmiştir. Kürdler arasında birliğin ve ittifakın oluşması için, eğitim, felsefe, şiir, din ve edebiyat gibi birçok enstrümanı eserlerinde kullanmıştır.
Ehmedê Xanî, kılıç zoruyla ülke ve millet yaratan barbar toplumlar devlet sahibi olurken zengin kültür hazinesine sahip Kürdlerin devletsiz olmalarını, hazmedememiştir.
Filozof Ehmedê Xanî’nin ortaya çıkışı Kürdistan ve Ortadoğu’nun içinde bulunduğu konjonktürel durumundandır. Kürdistan, 1639 tarihinde ilk kez Osmanlı ve Safevi devletleri tarafından bölündü ve parçalandı. İki sömürgeci devlet, Kürd toplumunun toplumsal dokusunu tahrip ederek nefessiz bırakmışlardı. Bu tarihlerde dünyaya gelen Ehmedê Xanî, bu iç ve dış koşullardan oldukça elem ve ıstırap duydu. Kürdlerin içinde olduğu koşullar Ehmedê Xanî’yi derinden etkiledi. Kendi halkına baktığında, büyük kültürel zenginliği gördü. Türk ve Acem egemenliği altında olmayı kabul etmeyerek Kürdlerin de bir hükümdarının ve devletinin olmasını istedi. Bu duygu ve düşüncelerini Kürdçe şiirlerinde edebi bir üslupla ifade etti.
Dünya tarihine baktığımızda, en zor koşullarda büyük düşünürlerin ortaya çıktığını görürüz. Karl Marx, Frederich Engels, Ehmedê Xanî, Firdevsi zor koşullarda ortaya çıkan düşünürlerdendi.
Ehmedê Xanî Kürd toplumunun nefessiz kaldığı koşullarda Mem û Zîn eserini yazarak Kürd toplumuna ulus olma ufkunu açmıştır.
Ehmedê Xanî ve İsmail Beşikçi arasında ortak noktaları belirlemeden önce İsmail Beşikçi’nin ortaya çıkışı ile ilgili birkaç söz söylemek istiyorum. İsmail Beşikçi 1950’li yıllarda orta öğrenim ve üniversiteyi okumaktadır. Siyasal iktidarda Demokrat parti vardır. Başbakan Adnan Menderestir. Ancak Türk siyasal sisteminin temel ideolojisi Kemalizm’dir.
Türk siyasal sisteminin DNA’sını oluşturan çift sarmal yapıdan biri Türkçülük, diğeri Suni İslamcılıktır. (Dr. Yusuf Kenan) Bu iki öğeden bazen biri öne çıkar bazen diğeri. Bu iki öğeden Türkçülüğün esas işlevi Kürdlerin Türklüğe asimilasyonudur. Bu görevi Türk Milli Eğitim bakanlığı ve diğer kültür kurumları üstlenmiştir. Diğer öğe olan Suni İslamcılığın işlevi ise Alevilik inancını Suni İslamcılığa asimile etmektir. Bu görevi de Türk Diyanet İşleri Başkanlığı üstlenmiştir. Mustafa Kemal ve İsmet İnönü döneminde Türkçülük ön plana çıkarken, bazı dönemlerde özellikle son Recep Tayyip Erdoğan döneminde Müslümanlık öne çıkmıştır. Ancak özde değişen hiçbir şey yoktur. Her dönemde Türk düşüncesi anti-Kürddür.
İsmail Beşikçi bu istibdat döneminde öğrenim hayatını sürdürmektedir. Üniversitede bilim ve bilim yöntemi kavramları üzerinde yoğunlaşır. Siyasal bilgilerde okuması ve daha sonrada sosyoloji bölümüne girmesi düşün dünyasını zenginleştirmiştir. Öğrendiği genel evrensel doğruların sosyal hayata geçmesi noktasında kafa yorar, sorular sorar ve sorgulamalar yapar. Çok meraklıdır. Bilimin en temel unsurlarından biri merak diğeri ise şüphedir. Merak ve kuşku onu hakikat arayışına sürükler. Hesapsızdır. Sadece bilimin kavramlarıyla sorularına cevap aramaktadır. Türk Üniversiteleri devletin resmî ideolojisinin adeta bir birimi gibi çalışmaktadırlar. İsmail Beşikçi’nin meraklı sorularına sessizlikle cevap verilmesi tabulara dokunulmaması noktasındaki telkinler onu daha da araştırmalara yöneltir.
İsmail Beşikçi, bu karanlık dönemde Türk üniversitelerinin sefaleti içinden doğar. Bilim hakikat arayışıdır. Bilim karşıtı ve hakikatin üstünü örten resmî ideolojinin talimatlarıyla ve yanlışı doğru gibi göstermeye çalışan Türk üniversiteleri gerçeği olmasaydı İsmail Beşikçi de olmayacaktı. Türk siyasal sisteminin bir parçası olan ve tabulara dokunulmamasını öğütleyen “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” Diyen bir düşünce sistemini esas alan Türk üniversiteleri olmasaydı evet İsmail Beşikçi de olmayacaktı. İsmail Beşikçi bu karanlık dönemde ortaya çıkmış Türk üniversitelerinin reddiyesidir. Bu koşullar onu yaratmıştır. Tıpkı Sokrates’i, Miguel Servetus’u, Bruno’yu, Ehmedê Xanî’yi ve Firdevsi’yi yaratan koşullar gibi.
İsmail Beşikçi ile Ehmedê Xanî’nin ortaklaştığı değerleri şöyle sıralayabiliriz:
A) -Her iki düşünürün eserlerinde Kürdlerin Kürdçe’ye önem vermeleri, hayatın her alanında Kürdçe konuşmaları ve öğrenmeleri konusunda ısrarcı olduklarını görüyoruz.
B)- Kürd kültür, sanat ve edebiyatının Kürdlerin millet olmasının esasını oluşturduğunu bu nedenle sahiplenilmesini ve önem verilmesini hem Ehmedê Xanî’nin hem de İsmail Beşikçi’nin külliyatında bu konunun sıklıkla işlendiğini biliyoruz.
C)- Kürdlerin vatanlarını, toprağını, doğasını sevmesi için her iki düşünürün eserlerinde ve makalelerinde sürekli telkinde bulundukları sır değildir.
D)-Büyük filozof Ehmedê Xanî ve gerçeğin elçisi bilim insanı İsmail Beşikçi kitaplarında, makalelerinde, konferanslarında Kürdistan coğrafyasının dağlarıyla, ağaçlarıyla, hayvanlarıyla, börtü böceğiyle korunmasını ve sahiplenilmesini öğütlerler. İsmail Beşikçi ile yaptığım seyahatlerde buna defalarca şahit oldum.
E)-400 yıl önce dünyada henüz millet olgusu yokken Ehmedê Xanî, Mem û Zîn’de Kürdlerin milli bilincinin geliştirilmesi için asırlardır canlılığını koruyan şiirleriyle betimlemeler yapar. Yazdığı eserler Kürd milliyetçiliğinin temellerini oluşturur. İsmail Beşikçi de külliyatının birçok eserinde döne döne Kürdlerde milli bilincin eksik olduğunu ve Kürdlerin milliyetçi olmaları gerektiğini anlatır.
F)-Ehmedê Xanî’nin, Antik Yunan felsefesinin kurucusu Sokrates ile ahlak, fazilet ve eğitim alanlarında benzeştiklerini görüyoruz. Ehmedê Xanî de Sokrates ve Bezüizaman Said-i Kurdi gibi “Cehaletin insanlık için en büyük kötülük “olduğunu söyler ve Kürdlerin eğitilmesi ve bilgiyle donatılmasını ister. Kürdlerin bilimde, kültürde ve eğitimde yoğunlaşmasını ister. Çocuklar için yazdığı Nûbihara Piçûkan divanı çok önemlidir.
İsmail Beşikçi de eserlerinde ve şahit olduğum birçok konferansında bilime en çok Kürdlerin ihtiyacı olduğunun altını çizer. Kürd gençlerinin kendi tarihlerini, sosyolojilerini, kültürlerini araştırmalarını öğütler. 63 yıldır biriktirdiği kütüphanesini, bütün eserlerini ve bütün maddi varlığını Kürd gençlerine armağan etmesi bundandır.
G)-Filozof Ehmedê Xanî, divanında Kürd mir ve beylerine ittifak konusunda seslenir. Ortadoğu’da ve Avrupa’da feodal beyler en güçlü feodal bey etrafında toplanarak devletlerini kurdular. Ancak Kürd sosyolojisinde bu gerçekleşmedi. Gerek Kürdistan’ın bölünmüş ve parçalanmış olması gerek bölge devletlerinin çıkarları gerekse Kürd mir ve beylerinin kendi aşiret çıkarlarını öne almaları, Osmanlı ve İran egemen devletlerine biat edip kendi aralarında ki güçlü bir beye biat etmemeleri devletleşmeyi engelleyen etmenlerdir. Ehmedê Xanî bu duruma isyan eder Kürd beylerine ve mirlerine şöyle seslenir; (Kürdçe yazılmış şiirin tercümesidir.)
“Eğer birlik ve beraberlik içinde olsaydık
Birbirimize uyup ittifakımızı kursaydık
Tamamıyla Romlar, Araplar ve Farslar
Hepsi bizim için hizmetçi olacaktılar
O zaman tamamlardık dini ve devleti
Elde edecektik hem ilmi hem hikmeti
Sözler ayıklanır ve elenirdi
Kemal sahipleri belirlenirdi.”
Ehmedê Xanî eserlerinde Kürd ileri gelenlerini eleştirir ancak Kürd halkından övgüyle bahseder.
İsmail Beşikçi de, eserlerinde Kürdler arası birlik ve ittifakın önemine vurgu yapar. Beşikçi literatürünün en önemli kavramlarından “Yüksek Kürd Bilinci” kavramı tamamen Kürd ittifakıyla alakalıdır. Külliyatının en önemli eserlerinden olan ‘’Yüksek Kürd Bilinci’’ adlı eserinde Kürdler arası ittifakın önemini “Kürd Kürde taviz verirse Kürd büyür, Kürdistan büyür. Aksi halde Kürdlerin düşmanları büyür.” veciz sözüyle ifade eder. Kürd ittifakını en özlü ve felsefi olarak betimleyen bu söz Kürdlerin hiç akıldan çıkarmamaları gereken bir atasözü gibi içselleştirilmeli ve özümsenmelidir. Görüldüğü gibi, Ehmedê Xanî ve İsmail Beşikçi Kürd ittifakı için çok emek vermişlerdir.
H)- Son olarak Kürdlerin devletleşmesi için Ehmedê Xanî ile İsmail Beşikçi konuya ilişkin sözleriyle noktalayalım. Ehmedê Xanî içinde yaşadığı çağda iki devlet arasında kalan Kürdlerin yaşadığı trajedinin ve talihsizliğin son bulması için kurtuluşun Kürdlerin bir devlete sahip olması ile mümkün olabileceğine inanmıştır. Bu duygu ve düşüncelerini, ittifak çağrısında olduğu gibi devlet çağrısında da haykırmaktadır. Ehmedê Xanî gelecek kuşaklara Kürdlerin ulus olmasının ve devlet olmasının klasiğini bu şiirde özetleyerek en büyük mirası bırakmıştır.
“Eğer biz Kürdlerin bir padişahı olsaydı
Ve Allah o padişaha bir taç layık bulsaydı
O padişaha tayin edilmiş olsaydı bir taht
O zaman açılacaktı bize yepyeni bir baht
Eğer olsaydı o padişahın giyeceği bir taç
O zaman biz de görecektik revaç
*****
O zaman bize galip gelmezdi bu Romlar
Olmazdık baykuşun konduğu yıkıntılar
Olmazdık başkasının yönettiği miskinler
Ve Farslara yenilip emrine girenler.”
İsmail Beşikçi literatürünün esasını, 20. yüzyılın başında bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış Kürdistan’ın devlet olma hakkının gasp edilmesi oluşturur. Birçok eser ve makalesinde “On bin nüfuslu halkların devleti var, niye elli milyonu aşkın Kürdlerin devleti yok?” diye sorar ve Uluslararası Anti-Kürd Nizam’ın Kürdlerin devlet olma hakkını engellediğini, bunun en büyük adaletsizlik, hukuksuzluk ve hak gaspı olduğunu söyler. Bu sorgulamayı, mevcut Kürd siyasetçilerinden fazla yapmaktadır. Bu konudaki düşüncelerini herhangi bir korku ve endişe duymaksızın açık yüreklilikle bütün dünyaya haykırmaktadır.
İsmail Beşikçi Kürdlerin ve Kürdistan’ın kendi geleceğini tayin hakkı tezini Kürd sosyolojisi özelinde kuramlaştırmanın yanı sıra bunu eylemsel düzleme de taşımıştır. Bu bağlamda kendisi, kuram ve eylemi birlikte yürüten bir bilim insanıdır. Güney Kürdistan Bağımsızlık Referandumu sırasında birçok konferansa ve etkinliğe bizlerden çok katılma isteği ile bizden çok coşkulu hissetmesi bunun göstergesidir. Yukarıda sıraladığım olgulardan anlaşıldığı üzere Ehmedê Xanî ile İsmail Beşikçi’nin ortak yanları Kürdlerin bir statüye sahip olmaları üzerinedir. Ortak yanlar daha da uzatılabilir.
(Devam Edecek)